4 Şubat 2017 Cumartesi

HATAY'IN İLÇELERİ, KONUMU VE SEMBÖLLERİ

Hatay ilinde 15 tane ilçe vardır. Hatay'da bulunan ilçeler şunlardır:


HatayTürkiye'nin bir ili ve en kalabalık on üçüncü şehri. 2016 yılı itibarıyla 1.555.165 nüfusa sahiptir. Akdeniz'in doğu şeridinde 35° 52' - 37° 4' kuzey enlemleri ile 35° 40' - 36° 35' boylamları arasında yer alan Hatay'ın doğusunda ve güneyinde Suriye, batısında Akdeniz, kuzeybatısında Adana, kuzeyinde Osmaniye ve kuzeydoğusunda Gaziantep bulunur


İl topraklarının yüzölçümü 5.524 kilometrekaredir.
İlçeYüzölçümü (km²)İl yüzölçümüne oranı (%)
Altınözü3927,1
Antakya70312,7
Arsuz4628,4
Belen1843,3
Defne1552,8
Dörtyol3426,2
Erzin2584,7
Hassa5209,4
İskenderun2474,5
Kırıkhan71512,9
Kumlu1933,5
Payas1572,8
Reyhanlı3676,6
Samandağ3846,8
Yayladağı4458,1


HATAY'IN TARİHÇESİ

Hatay Tarihi Tarihçesi
hatay merkez ile ilgili görsel sonucu



Hatay Anadolu’nun en eski yerleşim merkezlerinden biridir. Yöredeki tarihi yaşam bulguları M.Ö. 100.000’lere kadar uzanır. Elde edilen buluntular; bölgenin orta paleolitik neolotik kalkolit dönemlerde ve tunç çağında yaygın bir yerleşim yeri olarak kullanıldığını göstermektedir. Amik Ovasında; Çatalhöyük Tel Tainat Tel Cüdeyde ve Tel Atçana’da ilk tunç çağı yerleşmeleri tespit edilmiş ve mimari kalıntılara rastlanmıştır. Kalıntılar; bu yerleşmelerde beylikler biçiminde yaşandığının ip uçlarını vermektedir.
İlk tunç çağından itibaren Amik Ovası’ndaki bu beylikler; sırasıyla Akadların Yamhad Krallığının Hititlerin ve Mısırlıların egemenliğine girmiş Hitit imparatoru I. Şuppiluliuma döneminde tekrar Hitit egemenliğine girerek bu durum M.Ö. 13. yüzyıla kadar devam etmiştir.
Hitit İmparatorluğunun M.Ö. 1200 yıllarında parçalanmasından sonra Sami-Aramiler tarafından Hattena adıyla bir Geç Hitit Krallığı kurulmuştur. Hattena Krallığı M.Ö. 9. yy’da Asurluların daha sonra da Urartuların egemenliğinde kalmıştır.
Türkmen/Oğuzların ataları Sakalar M.Ö. 7. yüzyılın ortalarında hükümdarları Oğuz Han önderliğinde Batık Şehir adını verdikleri Antakya’yı zaptedmiş ve burada 18 yıl kaldıktan sonra M.Ö. 626’da Antakya’dan ayrılmıştır.
M.Ö. 6. yüzyılın ortalarından itibaren Hatay yöresi Pers İmparatorluğuna bağlı Kilikya Satraplığı’nın içinde yer almış ve Pers İmparatorluğu’na vergi ödemiştir.
M.Ö. 333 yılında Büyük İskender ile Pers İmparatoru III. Dareios’un orduları İssos kenti civarında savaştılar ve Büyük İskender Pers ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı. Myriandros’un (bugünkü İskenderun) adını değiştirerek Aleksadria adını vermiş ve bölge kısa bir süre Makedon hakimiyetine girmiştir.
Büyük İskender’in M.Ö. 323 yılında ölümünden sonra komutanlarından Seleucus I. Nicator iktidar mücadelesini kazanarak Seleukoslar dönemini başlatmış ve M.Ö. 300 yılında Seleucia Pieria ardından Antiacheia (Antakya) kentleri kurulmuştur.
M.Ö. 64 yılında Antakya serbest şehir statüsü ile Roma İmparatorluğuna katıldı ve imparatorluğun Suriye Eyaletinin başkenti oldu.
M.S. 1. yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan Hıristiyanlık Kudüs dışında ilk defa Antakya’da yayıldı. Hz. İsa’ya inananlara ilk defa Antakya’da “Hıristiyan”adı verildi. M.S. II. yüzyılda Antakya; Roma ve İskenderiye’den sonra 200.000-300.000 nüfusu ile imparatorluğun üçüncü büyük metropolisi durumunda idi. Şehrin başlıca gelir ve zenginlik kaynağı ticaret ve ihracat idi. Şehir; saraylara köşklere heykellere Su yollarına hipodroma hamamlara ve hatta kanalizasyon sistemine sahipti.
395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye bölündü. Doğu Roma (Bizans) sınırları içinde kalan Antakya 638’de İslam orduları kumandanı Ebu Ubeyde İbn’ül Cerrah tarafından fethedildi. Emeviler döneminde (661-750) Antakya Halep’e bağlandı. Ardından Hatay bölgesi Abbasiler Tolunoğulları ve İkşitlerin eline geçti.
944 yılında Kuzey Suriye’de Antakya’yı da içine alan Hamdanoğulları Devleti kuruldu. 967-969 yıllarında Hamdanilerle Bizanslılar arasında şiddetli çatışmalar oldu. Sonunda Antakya Bizans kuşatmasına 969 yılına kadar dayanabildi. Antakya Bizans İmparatoru Nikephorus Phokas’ın kumandanlarından Mikhail Burtzes tarafından zaptedildi.
9. ve 10. yüzyıllarda Antakya ve civarına çok sayıda Türk nüfusu gelerek yerleşmeye başladı. Bunda doğudaki Selçuklu varlığının büyük etkisi vardı. Sultan Melikşah döneminde (1072-1092) Kutalmışoğlu Süleyman Bey 1074 yılında önce Halep’i daha sonra Antakya’yı kuşattı. Vali İsaakios Komnenos 20.000 Altın karşılığında barış yaparak kuşatmayı kaldırttı. 1084 yılında Antakya Askeri Valisi Philaretes Urfa’ya gidince kötü yönetim ve baskıdan bıkan halk bunu fırsat bilip İznik’te bulunan Süleyman Bey’i kente davet etti. Bunun üzerine Kuzey Suriye’ye bir sefer düzenleyen Kutalmışoğlu Süleyman Bey 12 Aralık 1084’te Antakya’ya girdi. Süleyman Bey Filistin Selçuklu hükümdarı Sultan Melikşah’ın kardeşi Dımışk Meliki Sultan Tutuş arasında Halep yakınında yapılan savaşı kaybetti ve öldü. Antakya Selçuklu Meliki Sultan Tutuş’un hakimiyetine girdi. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah Kuzey Suriye’de çıkan hakimiyet kavgasını çözmek için 1086 yılında önce Halep oradan Antakya’ya geldi. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah Tutuş’u sadece Dımışk (Şam) Meliki olarak bırakıp Antakya’ya Yağısıyan’ ı Vali tayin ederek Antakya’yı doğrudan doğruya imparatorluğa bağladı.
1097 yılında Anadolu’dan Çukurova’ya gelerek İskenderun’u alan Haçlı orduları 21 Ekim 1097’de Antakya’yı kuşattı. Uzun süren bir kuşatma sonunda 1098’de Antakya Haçlılar tarafından zaptedildi. 1. ve 2. Haçlı seferleri sırasında Suriye Bizanslıların elinden çıktı bölgeyi mahalli Müslüman Beyliklerle Latinler paylaştı. Antakya’da Kudüs’e bağlı olan Dükalık (Antakya Prensliği veya Antakya Kontluğu) kuruldu.
1268 yılında yöreye gelen Baybars komutasındaki Memluk ordusu Antakya’yı kuşattı ve 18 Mayıs 1268 Günü yapılan hücumla şehre girildi. Memlukluların 1268’de gelişleri ile 171 yıl süren Antakya Haçlı Prensliği sona erdi. Baybars’ın hükümdarlığı zamanında bölgede Türkmenlerin göç ve yerleşimleri yoğun olarak gerçekleşti.
14. ve 15. yüzyıllarda Halep Antep ve Antakya bölgesine göç eden Türkmen boylarının başında Avşarlar ve Bayatlar geliyordu. Kuzey Suriye Avşarlarından olan Gündüzoğulları Amik Ovasında Köpekoğulları Antep’te ve Özeroğulları Dörtyol çevresinde yaşamaktaydı.
Osmanlı toprakları genişleyip Memluk sınırlarına ulaşınca iki devlet arasında savaşlarda başladı. Ard arda yapılan savaşlar sonunda Memluk ordusu Osmanlı ordusunu Çukurova’dan çekmek zorunda bıraktı ve 1490 yılında barış Antlaşması yapıldı.
Antakya ve çevresi 1516 yılında Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Osmanlı hakimiyetine girdi. Osmanlı yönetiminde Antakya Halep eyaletine bağlı bir sancak ve bu sancağın merkezi idi. Sancak beyi tarafından yönetiliyor idi. zaman içinde yapılan düzenleme ile Antakya kaza statüsüne getirilerek Şam Beylerbeyliğine bağlı olarak yönetildi.
Kanuni Sultan Süleyman Tebriz seferi dönüşü Aralık 1535’te Antakya-İskenderun üzerinden Adana’ya geçmiş daha sonraki yıllarda 1548-1549 kışını geçirdiği Halep’te iken yaptığı gezilerin birinde Antakya’ya tekrar uğramıştır. Kanuni Sultan Süleyman’ ın buyruğuyla Belen’de cami han hamam ve imaret yapıldı. Belen’ e 250 nefer derbentçi yerleştirdi. Daha sonraki yıllarda bölgeye 65 hane daha yerleştirilerek köy haline getirildi. Payas’ta eski kale yeniden yapıldı. Yine Payas’ta Sokullu Mehmet Paşa tarafından 1568 yılında yapımına başlanan cami han hamam imaret 1574 yılında tamamlandı. Ayrıca yapılan iskele ve tersaneyi korumak için 1577 yılında limanın üst tarafına bir kale (Cin Kulesi) inşa edildi. Derbençi olarak buraya 541 Aile yerleştirildi.
1832’de Mısır Valisi Mehmet Ali Paşanın oğlu İbrahim Paşa Suriye’ yi fethederek Osmanlı ordusu ile 28 Temmuz 1832 günü Belen Boğazında (Belen Geçidi) yaptığı savaşı kazanarak Adana’ya doğru ilerledi. 1839’da Osmanlılar bölgeyi Halep’e kadar geri aldılar. Tanzimat’ın ilanıyla Antakya ve çevresinde idari yapılanmada yeni düzenlemeler gerçekleştirildi. Antakya Sancağında Kaymakamlık ihdas edilerek çevresiyle birlikte (Şeyhülhadid Kuseyr Karamurt Süveydiye Altunözü Cebel-i Akra-namı diğer Ordu) Halep eyaletine Payas kazası Uzeyr ve Belen sancakları çevresiyle birlikte (Bakras nahiyesi İskenderun Nahiye-i Arsuz) Adana eyaletine bağlandı.
I. Dünya savaşında Osmanlı devletine karşı isyan eden Araplar İngilizler ve müttefikler ile iş birliği yaparak Osmanlı devleti aleyhine çalıştılar. İttifak devletleri daha 1916 yılında Sykes-Picot ve Sazanof arasında yapılan görüşmelerde Osmanlı devleti topraklarını paylaşmışlar; Güneydoğu Anadolu ve Suriye Fransa bunun güneyinde kalan bölgeyi ve Irak’ı İngilizler alacaktı.
30 Ekim 1918’de Osmanlı devleti ile ittifak devletleri arasında Mondros anlaşması imzalandı. Antlaşma imzalandığında Türk birlikleri Antakya Belen Dircemal Telrifat hattını korumuş Mustafa Kemal Paşa komutasındaki Türk birlikleri 25/26 Ekim 1918 gecesi Halep’i sokak çatışması yaparak terk edip kuzeye doğru çekilmişlerdir. 27 Ekim 1918 günü Antakya’da Faysal taraftarları hükümet konağındaki Türk bayrağını indirip Arap bayrağı diye bir bayrak asarak Arap hükümeti ilan etmişler fakat Belen’de bulunan 41. Fırkanın müdahalesi ile 3 Kasım 1918’de dağıtılmışlardır. Osmanlı Hükümetinin emri ile 41. Fırka 8 Kasım 1918’den itibaren Anadolu’ya çekilmeye başladı. Son birlik Belen’den 9 Kasım günü ayrıldı. Yörede Türk askerinin çekilmesi üzerine 9 Kasım günü bir İngiliz müfrezesi İskenderun’a çıktı ve oradan Dörtyol’a geçti. Ardından 12 Kasım 1918’de Fransızlar İskenderun’a Asker çıkardılar 15 Kasım 1918 günü de Belen’i işgal ettiler.
27 Kasım 1918 tarihinde merkezi Beyrut’ta bulunan Fransız Yüksek Komiserliği bir kararname yayınlayarak merkezi İskenderun olmak üzere Antakya İskenderun ve Harim’i içine alan “İskenderun Sancağı” kuruldu. Sancak idaresi bir Vali tarafından yerine getirilecekti.
7 Aralık 1918 günü Antakya 11 Aralık 1918 günü de 400 Ermeni’den oluşan bir Fransız taburu Dörtyol’u işgal etti.
19 Aralık 1918 günü Dörtyol’a bağlı Karakese Köyünde Fransızlara karşı direnişte bulunulmuş ve müfreze köye giremeyerek 15 ölü bırakarak geri çekilmiştir. 19 Aralık 1918 tarihinde meydana gelen çatışma milli mücadele tarihimizdeki ilk kurşun’dur. Bu tarihten itibaren Kuvay-i Milliye’ye katılan çeteler ile bölgedeki işgal birlikleri arasında mücadele ve çatışmalar başladı.
20 Ekim 1921 günü Türkiye ile Fransa arasında Ankara Antlaşması imzalandı ve buna göre Payas sınır olacak şekilde İskenderun sancağı sınırlarımız dışında kalıyordu. Fakat antlaşmaya göre; İskenderun mıntıkasında Türk ırkından olanların kültürlerini geliştirmek için her türlü kolaylık sağlanacak Türk dili resmi dil niteliğine sahip olacaktı.
Ankara Antlaşmasından sonra Türkiye ile Fransa arasındaki savaş hali sona erdi. Türkiye ile Suriye arasında sınır çizildi. Dörtyol (Payas dahil) ve Hassa Türkiye sınırları içerisinde kaldı.
Fransızlar 15 Kasım’da Hassa’yı 8 Ocak 1922 de Erzin’i 9 Ocak 1922’de Dörtyol’u boşaltarak güneye çekildiler.
Bu yeni dönemde Antakya İskenderun ve havalisi halkı Anayurttan ayrı yaşamaya alışamamışlar her fırsatta Türkiye’ye katılma ve kurtulma talebinde bulunmuşlardır. Nitekim Gazi Mustafa Kemal Paşa 15 Mart 1923’te Adana’ya geldiğinde Antakyalılar kendisini karşıladılar. Karşılayan kalabalığın önünde iki levha dört hanım ve bunların önünde bir kız vardı. Antakyalı kız (Ayşe Fıtnat Hanım) dokunaklı bir nutuk söyleyerek Ey Ulu Gazi bizi kurtar diye talepte bulundu. M. Kemal Paşa kıza “Kırk Asırlık Türk Yurdu Düşman elinde esir kalamaz! diyerek kurtuluş vaadinde bulundu.
Bundan sonra 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan antlaşmasında Ankara Antlaşması ile çizilmiş olan sınır aynen kabul edildi. Ocak 1925 ve Mayıs 1926’da Gazi Mustafa Kemal Paşa Dörtyol’u ziyaret etti. Nisan 1934’te resmi görüşmeler için sancağa gelen Gaziantep Valisi Akif iyidoğan için muhteşem karşılama yapıldı halk sevinçten Valinin makam arabasını havaya kaldırdı.
9 Eylül 1936 tarihinde Fransa Suriye ile antlaşma yaparak Suriye’ye bağımsızlık verilmesini kabul etti fakat özel statüye sahip İskenderun Sancağı’nın durumu göz ardı edildi. Bu durumda Türkiye 9 Ekim 1936’da Fransa’ya nota verdi. Konu; Türkiye ve Fransa arasında alınıp verilen notalar sonucunda varılan mutabakata göre Milletler Cemiyetine taşındı. Atatürk 1 Kasım 1936’da T.B.M.M’nin açılışında sancak konusunda devletin tavrını açıkça ortaya koydu. Ertesi Gün Atatürk sancağa “Hatay” adını verdi. Aralık 1936’da şeklini belirlediği Hatay Bayrağını Hataylılara armağan etti.
Milletler Cemiyeti 14-16 Aralık 1936 tarihinde yaptığı toplantıda sancağın oturumunu yeniden incelemek için 3 gözlemcinin Sancağa gönderilmesini kararlaştırdı. 1 Ocak 1937 günü Hatay’a gelen gözlemciler incelemelere başladılar. 12 Ocak 1937 günü gözlemcilerin kaldığı Turizm Oteli (şimdiki Özel Ata Lisesi) önünde 60.000 Türk’ün katıldığı muazzam bir miting ve yürüyüş yapıldı. Nihayet Milletler Cemiyeti Konseyi 27 Ocak 1937 toplantısında İskenderun Sancağı’na bağımsızlık verilmesini kabul etti. Sancak içişlerinde tam bağımsız dışişleri maliye ve gümrük konularında Suriye’ye bağlı olacaktı.
29 Kasım 1937 tarihinde Milletler Cemiyetine seçilen komitece hazırlanan Sancak Statü ve Anayasası yürürlüğe girdi. Bundan sonra Milletler Cemiyeti nezaretinde sancak nüfusunun cemaatlere göre belirlenip kaydedilmesi için nüfus tespitine gidildi. Milletler Cemiyetine göre seçimler; 28 Mart ve 12 Nisan 1938‘de yapılacaktı. Seçimlerden önce seçmenler cemaatlere göre belirlenecek bunun ardından milletvekillerini seçecek ikinci aşamada seçmenler seçilecek üçüncü aşamada milletvekilleri seçilecektir.
Halk arasında “Referandum” olarak bilinen seçim sırasında Sancak’ta tansiyon yükseldi cemaatlere göre nüfus tespitinde Milletler Cemiyetinde yapılan zorlu görüşmeler sonunda 21 Mart 1938’de kesinleşen karara istinaden Türk Tezi doğrultusunda her dileyen Hataylının dilediği cemaat listesinden yazılması kabul edildi.
Sancakta meydana gelen karışıklıklar ve idarenin Türkler aleyhine takındığı tavır yüzünden Milletler Cemiyetince belirlenen seçim takvimi zamanında tamamlanamadı.
Başta Atatürk’ün takındığı kararlı tavır ve Türk Hükümetinin girişimleri sonucunda Sancak Umum Valiliğine Dr. Abdurrahman MELEK Delegeliğe de Kolonen COLLET getirildi. Atatürk 19 Mayıs 1938 günü Ankara’da törenleri izledikten sonra Ankara’dan Mersin’e hareket etti ve 20 Mayıs günü Mersin’de askeri birliklerin geçitlerini hasta olduğu halde ayakta izledi.
Seçimin güvenli bir ortamda yapılabilmesi için Türkiye ile Fransa arasında antlaşmaya varılmış ve askeri antlaşma imzalanmıştır. Bu antlaşmanın uygulama esaslarını belirlemek üzere Orgeneral Asım GÜNDÜZ Başkanlığındaki askeri heyet 12 Haziran 1938 günü Antakya’ya geldi. 13 Haziran – 3 Temmuz 1938 tarihleri arasında Fransa’nın Suriye Orduları Komutanı Orgeneral Huntzinger başkanlığındaki Fransız heyeti ile yapılan görüşmeler sonucunda antlaşma imzalandı. Varılan antlaşmaya göre Hatay’da güvenlik 6.000 kişilik bir güçle sağlanacak bunun 2.500’er kişisi Fransız ve Türk Kuvvetlerinden 1.000’er kişisi de Hatay’dan karşılanacaktır.
Antlaşma gereği Kurmay Albay Şükrü Kanatlı Komutasındaki Türk Kuvvetleri 5 Temmuz 1938 günü Hassa ve Payas’tan iki koldan Hatay’a girdi.
Türk askerinin Hatay’a girmesinden sonra yeni bir seçim komisyonu kuruldu ve seçim çalışmalar 22 Temmuz 1938’de başladı. Cemaatlere göre tescil işleri 1 Ağustos’ta sona erdi. İkinci seçmen kayıtları 8 Ağustos’ta bitti. 19 Ağustos’ta adayların isimleri ve sayıları belirlenecekti. Sürenin bitiminde her cemaatten aday sayısını seçilecek milletvekili sayısına denk olduğu görüldüğünden seçim yapılmadan adaylar milletvekili oldular. Böylece; 31’i Türk (9’u Alevi) 2’si Arap 5’i Ermeni 2’si Ortodoks 40 mebus seçilmiş oldu.
2 Eylül 1938 günü Hatay Devleti kuruldu. Hatay Devleti Meclisi o gün şimdiki Gündüz Sinemasında toplandı. Meclis Başkanlığına Abdulgani türkmen Devlet Başkanlığına Tayfur Sökmen seçildi. Devletin adı Hatay olarak kabul edildi.
Hatay Devlet Meclisi’nin 5 Eylül tarihli oturumunda Devlet Reisi Tayfur Sökmen Dr. Abdurrahman melek’i Baş Vekil olarak Hükümet Kabinesini kurması için görevlendirdi. Kurulan hükümet Meclisin 6 Eylül 1938 tarihli oturumunda güven oyu aldı. Sancak Anayasası Hatay Anayasası olarak kabul edildi. Devletin adı da Hatay Devleti olarak değişti. Bundan sonraki Hatay Meclisinin düzenleme ve çalışmalarıyla Hatay Devleti Türkiye ile münasebetlerini arttırdı. Sonuçta; Fransa ile Türkiye arasında 23 Haziran 1939’da Hatay Mıntıkasının Türkiye’ye iadesine Dair Hatay Antlaşması imzalandı.
Hatay Millet Meclisi 29 Haziran 1939 tarihinde olağanüstü toplanarak Hatay’ın Anavatana kavuştuğunun bir kararla tespitini isteyen 39 imzalı önerge üzerine Hatay Millet Meclisinin dağıtılması teklifi oybirliği ile kabul etti.

HATAY'IN YEMEK KÜLTÜRÜ

Kağıt kebabı, oruk, dövme (aşşur), semirsek, tepsi kebabı, humus, zahter salatası, künefe, peynirli irmik helvası, kabak tatlısı, cevizli biber, küflü çökelek salatası, turplu tarator, humus, patlıcanlı yoğurtlama, sarmaiçi, yumurta öccesi Hatay adıyla özdeşleşmiş yemeklerden bazıları. Bu güzel yemeklerin bir kısmı Hatay’dan tüm Türkiye’ye yayılırken, bazılarını denemek için dahi Hatay’a gitmek şart. Ancak belirtmekte yarar var, künefe, kağıt kebabı, humus, kabak tatlısı gibi tüm ülkeye mal olmuş tatlı ve yemeklerin lezzeti de Hatay’da bambaşka.
Hatay mutfağında kebapların, aş ve pilavların, sulu yemeklerin önemli bir yer tuttuğu yöre mutfağında yemeklerin lezzetini özel baharatlar, acılar ve ekşiler vermektedir. Sofralarda, toprağın ve iklimin etkisiyle, çiğ sebzeler ve otlar lezzeti doruğa çıkarır. Zeytinyağı, yöre mutfağının vazgeçilmezidir. Yöre mutfağının zenginliğinde kasapların ve fırıncıların çok önemli bir yeri vardır. Bir çok yiyeceğin hammaddesi kasaplar tarafından hazırlanır; yakınında bulunan fırına verilir. Oradan evlere gider.Mutfak kelimesi hem yemek hazırlanan, pişirilen yeri, hem de bir şehir veya ülkenin yemek çeşitleri yönünden sahip olduğu zenginliği ifade etmek için kullanılır. Dünya mutfakları içinde Türk Mutfağı nasıl özel bir yere sahipse, Hatay Mutfağı’nın da Türk Mutfağı içinde özel ve önemli bir yeri vardır.
Akdeniz Hatay Sofrasi2Hatay Mutfağı’nın çoğu yiyecekler yönünden sadece komşu illerle değil, Halep’ten İç Anadolu’ya kadar genişleyen bir bölge ile de ortak yönleri vardır. Özellikle benzer yöntemlerle üretilen yemak ve ekmek türleri bölge illerinin ortak yönlerini oluşturur. Ama bu benzerlik belli bir yere kadardır. Çünkü Hatay Mutfağı genel olarak ele alındığında Hatay Yemeklerinin malzeme, yöntem ve lezzet bakımından belirtilen yörelerin yemeklerinden büyük ölçüde farklı olduğu görülür. Hatta Hatay Mutfağı’nın ürünü olan bazı yiyecek maddeleri ile onlardan yapılan yemek türlerine komşu illerde rastlanmaz. Ayrıca soğuk meze ve tatlı türleri sayıca diğer illerle kıyaslanmayacak kadar çok ve lezzet yönünden emsalsizdir. Kebapların, aşların ve sulu yemeklerin önemli bir yer tuttuğu Hatay Mutfağı’nda yemeklerin lezzetini baharat, acı ve ekşi tayin eder. Ancak kullanılan baharat ve acı, iştah açıcılık oranını aşmaz, hiçbir zaman vücuda zarar verecek ölçüye ulaşmaz.
Oruk: Et, bulgur, baharat yoğrulup elle oyulduktan sonra içine ceviz veya fıstık ile yağda kavrulmuş kıymanın doldurulup kapatılarak fırında veya yağdakızartılmasıyla yapılan bir çeşit içli köfte
Künefe: Hatay’ın en meşhur tatlısı olan künefe ise içine taze peynir konulan tel kadayıftır. Künefe Hatay’ın simgesi olup ülkenin çeşitli yerlerinde bile büyük kentler ve turistik yörelerde Hatay Künefesi olarak üretilip satılmaktadı.
Kaytaz BöreğiKatıklı Ekmek (Ispanaklı Ekmek): Ispanak, çökelek ve diğer malzemeler eşliğinde hazırlanan katık çarşı fırınlarında hamur içerisine konulması ile yapılır. Özellikle Antakya fırınlarında yapılabilen bu ekmek, oldukça ince ve lezzetli olur
Kaytaz Böreği: Hamurdan yapılan bir çeşit kıymalı börek
Tepsi Kebabı: Köfteye benzer. Hazırlanan kıymayı tepsi içine yayıp fırında pişirilen bir çeşit kebaptır. Mumlu kağıt üzerine yapılan ve fırında pişirilenine halk arasında “kağıda kebap”denilmektedir
Ekşi aşı: Su ile domates suyunun çeşitli baharatlar eşliğinde kaynatılarak içine küçük içli köfteler konulması ile yapılan sulu yemek. İçli köfteler küçük olup, içleri et yerine yağ ve çeşitli baharatla doldurulmuştur
Yoğurt aşı: Su ile tuzlu yoğurdun suyun içinde kaynatılarak içine küçük içli köfteler atılması ile yapılan sulu yemek. İçli köfteler küçük olup, içine et yerine yağ ve baharat konularak yapılır.

HATAY'IN TARİHİ MEKANLARI

         
Hatay'ın Tarihi ve Turistlik Yerleri
Hatay Arkeoloji Müzesi
Antakya’da Cumhuriyet Alanı’nda, Asi ırmağı kenarında ve köprü yakınındadır. Hatay’da bilimsel kazı çalışmaları 1932 yılında başlamıştır. Çalışmaların ilk yıllarında çeşitli ve kıymeti büyük olan tarihi eserlere rastlanması bir müze kurulması fikrini doğurmuştur. O yıllarda Fransız idaresinde bulunan Hatay’da M. Mişel Booşer tarafından hazırlanan bir proje ile çıkan eserlere göre bir müze hazırlanmıştır. 1939 yılında tamamlanan müzede 3 ayrı bilim heyetinin yaptığı hafriyatlar sonucunda çıkan eserler toplanmıştır.Mozaik müzesi olarak planlanan binanın yapımına 1934 yılında başlanmış, Hatay Devleti zamanında tamamlanmış, düzenlemesi uzun sürdüğünden 23 Temmuz 1948’de Hatay’ın Kurtuluş Bayramı’nda ziyarete açılmıştır. Müzenin genişletilebilmesi için yapılan ek inşaat 1974’te tamamlanmıştır. Hitit, Helenistik ,Roma ve Bizans dönemlerine ait olan ve Harbiye, Antakya, Atçana , Seleukeia Pieria ile İskenderun’da bulunmuş eserlerin sergilendiği müze mozaik koleksiyonlarının zenginliği yönünden dünyada ikinci sırayı almaktadır.Müzede. 18.100 parça arkeolojik eser, 1.050 etnografik eser, 13.820 sikke, 1.347 mühür olmak üzere toplam 34.317 eser bulunmaktadır.1999 yılı sonu itibariyle müze ve ören yerlerini 103.233’ü yerli. 14.476’sı yabancı toplam 117.709 kişi ziyaret etmiştir. Toplam 21 milyar 498 milyon TL gelir sağlanmıştır.Müzedeki mozaikler, Bizans ve Roma dönemlerini kapsayıp. Mitolojik olaylar ve kişiler sembolize edilmektedir
Ulu Camii

Köprü yakınında bulunan ve yapıldığı dönem itibariyle Antakya’nın en eski camisi olan Ulu Cami’nin Memluk dönemi eseri olduğu sanılmaktadır. Kitabelerden, caminin ve minaresinin çeşitli dönemlerde tamir edildiği anlaşılmaktadır.Antakya’da bunlardan başka Mahremliye Camii ( girişindeki tünel ve mihrap etrafındaki sütünceler ile ilgi çekicidir). Nakip Camii,Yeni Camii,Civelek Camii,Meydan Camii ( Giriş kapısı minarenin altındadır.Şeyh Ali Camii gibi hepsi de Osmanlı dönemi eseri olan camiler vardır. Bunlar kubbeli ve ahşap çatılı olmak üzere iki ayrı tipte inşa edilmişlerdir. Camilerde bazıları kalın gövdeli ve şapkalı, bazıları ince gövdeli, şerefeli ve külahlı olmak üzere iki tip minare dikkati çeker.
St.Pierre Kilisesi
Antakya-Reyhanlı yolu üzerinde kente 2 Km uzaklıkta Habib Neccar Dağ’ı yakınındadır. Doğal bir mağara olup, eklemelerle Kiliseye dönüştürülmüştür. İsa’nın 12 havarisinden biri olan St.Pierre (Aziz Petros) Antakya’ya M.S. 29-40 tarihleri arasında gelmiş ve Hıristiyanlığı yaymaya çalışmış. İlk dini toplantının yapıldığı bu kilisede cemaat ilk kez Hıristiyan adını almış. Hıristiyanlığın ilk kilisesi olarak bilinir.Bu mağara M.S. XII-XIII. yy.’larda Haçlılar tarafından ön cephesine yapılan ilave inşaat ile gotik tarzda bir kilise şekline çevrilmiş mağaranın tabanında tahrip olmuş bir şekilde M.S. 4 ve 5. Yüzyıllara ait mozaik kalıntısı vardır.Ayrıca bir altar, niş içinde mermer küçük St.Pierre’nin heykeli, kutsal sayılan su, saldırı esnasında cemaatin gizlice kaçmasına yarayan tünel bulunmaktadır.
Kilise, 1963 yılında Papa VI. Paul tarafından Hıristiyanlar için Hac yeri ilan edilmiştir. Her yıl 29 Haziran’da Katolik Kilisesince burada bir ayin düzenlenmektedir. 
Harbiye (Defne)
     

Harbiye, il merkezine 7 km. mesafede olup, Yayladağı ilçesi üzerinden Suriye ve dolayısıyla Ortadoğu’ya bağlayan E-91 karayolu üzerinde bulunmaktadır. Suriye hududuna 55 km mesafededir. Harbiye belediye teşkilatı Hatay’ın Anavatana katılış tarihi olan 1939 yılında kurulmuş bir beldedir. Ayrıca Harbiye, tarihi Daphne olarak adını tüm dünyaya duyurmuştur. Yalnız Hatay’ın değil, belki de Güney Anadolu bölgemizin en şirin ve en seçkin yerlerinin başında gelmektedir. Konumu itibari ile Ortadoğu’yu Türkiye’ye bağlayan yol üstünde bulunduğundan bu ülkelerden gelen turistlerin hem uğrak yeri, aynı zamanda konaklama ve eğlence yeri olmakla birlikte bölgenin en güzel piknik yeridir. Her taraf yeşillik ve bol suları ile adeta cenneti andırır. Bir defa gelenin kolay kolay ayrılmayacağı ve tekrar gelmesi için güzellikleri ile ona davetiye sunar.Her türlü sebze ve meyvelerin bol yetiştiği Harbiye, son yıllarda Ortadoğu ülkeleri olmak üzere gittikçe artan turist akınına uğramaktadır. Lokantaları, turistik otelleri, pansiyonları ve eğlence yerleri büyük bir gelişme göstermiştir. Çok sayıda aile tipi pansiyon mevcut olup, 2 tanesi işletme belgeli olmak üzere 5 adet oteli bulunmaktadır. Yaz aylarında otel ve pansiyonların haricinde halkın bir kısmı, yabancı turistlere evlerinin bir bölümünü kiraya vererek artan turist potansiyelini karşılamaya çalışmaktadır. Konaklama ve yeme-içme tesislerinin haricinde Harbiye şellaleler bölgesinde yazlık olarak yeşillikler ve çağlayanlar arasında yeme-içme tesisleri mevcuttur.Harbiye el sanatları bakımından da adını tüm Türkiye’ye duyurmuştur. Heykelcilik bir hayli ileri durumdadır. Hakan Turizm Bakanlığının bir çok siparişleri buradan karşılanmaktadır. El tezgahlarında üretilen ipekçilik tüm Türkiye’de kabul görmüştür. Turistik eşya üretimi ve sap örmeciliği ile Türkiye çapında önemli bir pazara sahiptir.
DAPHNE (Harbiye) EFSANESİ
Zeus’un oğlu Işık Tanrısı Apollon, ırmak kenarında genç ve güzel bir kız görür. Bu eşsiz güzelin adı Defne’dir. Apollon’un içinde arzular uyandırır. Onunla konuşmak ister. Fakat Defne, Işık Tanrısı’nın içinden geçenleri anlamıştır. Kaçmaya başlar. O kaçar, Apollon kovalar. Çapkın Tanrı bir taraftan “kaçma seni seviyorum” diye bağırır. Defne ise Tanrılarla sevişen kadınların başlarına neler geldiğini bildiği için korkuya kapılır ve kaçmaya devam eder. Apollon’a gelince, bu güzel periyi mutlaka yakalamak istemektedir. Aralarındaki mesafe gittikçe kısalır ve bir an gelir ki Defne, Apollon’un sıcak nefesini saçlarının arasında duyar. Artık kurtuluş imkanı kalmadığını anlayan Defne, birden durur ve ayağı ile toprağı kazıyarak şöyle bağırır:
-“Ey toprak ana, beni ört, beni sakla, beni koru.”Bu içten yalvarış üzerine Defne organlarının ağırlaştığını, odunlaştığını hisseder. Olgun göğsünü gri bir kabuk kaplar, kokulu saçları yapraklara dönüşür, kolları dallar halinde uzar, körpe ayakları kök olup toprağın derinliklerine dalar, bir defne ağacı oluverir.Bu manzara karşısında şaşıran Apollon, Defne’nin ağaç oluşunu hayret ve üzüntü ile seyreder. Sonra da sarılır ve sert kabukları altında hala çarpmakta olan kalbinin sesini duyar ve şöyle seslenir:-“Defne, bundan sonra sen, Apollon’un kutsal ağacı olacaksın. O solmayan ve dökülmeyen yaprakların, başımın çelengi olacak. Değerli kahramanlar, savaşlarda zafere ulaşanlar, hep senin yapraklarınla alınlarını süsleyecekler. Şarkılarda, şiirlerde adımız yanyana geçecek.Bu tatlı sözler üzerine Defne, dallarını eğerek Apollon’u saygı ile selamlar.İşte bu öykünün geçtiği yer bugünkü Harbiye’dir.Apallon teessür ve heyecan içinde o ağacı amblem olarak aldı ve parlak yapraklarından başına bir taç yaptı. İşte o zamandan beri şiir ve silah zaferi Defne dalı ile ödüllendirilir ve Defne’nin gözyaşları bugün hala Harbiye’de şelaleler meydana getiriyor
Kaya Mezarı ve Beşikli Mağara
Titus tünelininin yakınındadır. Yolu tünelin girişinden ayrılır. Geniş alana yayılan mezarlık, kayalık yamaçlara oyularak yapılmıştır. Mezarlarda Romalılara ait 12 adet Kral mezarı bulunmuştur. Kral ailesine ait mezarların yanı sıra halka ait olanlarda vardır. Nekrepolun hemen yukarısında o dönemde resmi daire olarak kullanılan çalışma odalarının kalıntıları mevcuttur.
Antakya Kalesi ve Surlar

İstanbul surlarından sonra yurdumuzda en uzun surları oluşturmaktadır.Antik kenti çevreleyen duvarlar Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerinde yapılmıştır. Surlar, Silpius (Habib-i Neccar) Dağı’ndan Orontes (Asi) Irmağına kadar uzanıyordu. Evliya Çelebi 44.000 adım uzunluğundaki duvarların büyük blok taşlarla örüldüğünü, çok sağlam ve sık mazgallı olduğunu, 70-80 adımda bir burç bulunduğunu yazmaktadır. Buna göre duvarlar 30.000 metre uzunluğundaydı ve 360 burçla desteklenmişti. Burçlar 5 katlıydı. Tepedeki iç kaleyi IV. yy.da Bizans İmparatoru Nikefhoros Fokas yaptırmıştır, ancak çok yıkıktır. Surların Habib-i Neccar Dağı yamaçlarındaki bölümü sağlamdır.
Demirkapı
Kent surlarındaki 4 kapıdan en büyüğü olup, Halep kapısı da denilmektedir. VI. yy’da Justinianus döneminde sellerin akışını kontrol etmek için yapılmıştır. Günümüzde hala sağlam olarak ayakta durmaktadır.
TRAJAN SU KEMERLERİ
II. yy.da Roma İmparatoru Trajan tarafından Harbiye’den (Daphne) kente su getirilmesi amacıyla yaptırılmıştı. 9 km. uzunluğunda olan bu kemerlerin bir bölümü ayaktadır. Bir kısmı Antakya –Harbiye arasında, bir kısmı da Antakya Devlet Hastanesi yakınındadır. Halk dilinde Memekli Köprü olarak anılmaktadır. 
Çevlik’in (Seleukeia Pieria) Tarihçesi (Titüs Tüneli)
Antakya’nın 35 km. batısında, Musa Dağı’nın güneyinde kurulmuş antik bir kenttir. Bu bölgede ilk iskan M.Ö. 4500 yıllarına kadar iner. Bütün dünyaca bilinen tarihi Seleukoslarla başlar. Büyük İskender’in ölümünden sonra generalleri arasında paylaşılan ve burayı da içine alan topraklar Seleucus’a kalır. Seleukoslar merkezleri Babil olmasına rağmen buradan Akdeniz’e hükmetmek istiyorlardı. Bunun güçlüğünü anlayan imparator önce burayı devletinin başkenti yapmayı düşünürdü. Ancak her an denizden gelecek saldırıya uğraması mümkün ve savunması güç olan bu şehri başkent yapmaktan vazgeçerek Antakya’ya yöneldi.Roma egemenliğine geçtiğinde de önemi daha da artmıştır. Daha sonra Bizans hakimiyetine geçmiştir. Bu dönemde liman eski önemini kaybetmiştir.Seleukeia Pieria şehri aşağı ve yukarı olmak üzere iki kısımdan kurulmuştur. Yukarı şehir deniz seviyesinden 300 metre yüksekliktedir. Burada büyük malikaneler, mabetler ve resmi binalar bulunmaktadır. Aşağı Şehir,liman ve çevresinde kurulmuştur. Aynı zamanda burada büyük bir hamam ve küçük bir tiyatro bulunmaktadır.Şehrin çarşı ve El-Mina ismini taşıyan iki kapısı bulunmaktadır. Şehrin tamamın bir surla çevrilidir.Buradaki buluntular:Titüs Vespasianus Tüneli, Beşikli Mağara ve Dor Mabedi. 
TİTUS (VESPASİANUS) TÜNELİ
                
Samandağ ın 5 Km. kuzeyinde denize hakim yamaçlarda M.Ö. 300 yıllarında Seleuykos Nikator tarafından kurulan ve kurucusunun adı ile anılan şehirdir. Şehrin, dağın hemen bitiminde , dağdan gelen derelerin ağzında bir iç limanı vardı. Sellerin bu limanı Doldurması tehlikesi ortaya çıkınca imparator Vespasianus zamanında dağ delinerek bir tünel açılması kararlaştırıldı tünel Titus zamanında tamamlandı ve derenin önü bir duvarla kapatılarak sel suları , yüksekliği 7 mt. genişliği 6 mt olan bu tünel vasıtası ile uzaklara akıtıldı , böylece limanın dolması engellenmiş oldu. 130 mt si tünel , kalanı açık kanal halinde olan tünelin uzunluğu girişten Çevliğe kadar 1380 mt. dirTünelin deniz tarafındaki girişine göre sağ tarafta , 100 Mt. kadar uzaklıkta kaya mezarları vardır burada kayalara oyulmuş mağaraların içinde bulunan çok sayıda mezarın en çok ilgi çekeni , çukurun tabanındaki geniş mağaradır. içinde çok sayıda mezar bulunan bu mağara diğerlerinden farklı yapılmış yüksek ve gösterişli bir mezar yüzünden halk arasından ”Beşikli Mağara” olarak anılmaktadırAntik şehrin yerleşim yerinin yukarı kısımlarında tapınak kalıntılarına da rastlanır , bunlardan başka , Mağaracık köyü civarında da çok sayıda mağara vardır.
KAYA MEZARLARI
Vespasianus-Titus tünelinin yakınındadır. Roma dönemine ait olan ve kalker oyulmuş 12 kaya oyulmuş 12 kaya mezarı vardır. Bunlardan Beşikli Mağara adıyla anılan mezarın bulunduğu mağara en geniş ve en ünlüsüdür.
HARON ( CHARONION) KABARTMALARI
St. Pierre Kilisesi'nin 200 metre kuzeyinde bulunan kabartmalar, kayalara oyulmuş dev bir büstle dikkat çeker. Büst, başında örtü bulunan tamamlanmamış bir kadın portresini andırmaktadır. Kabartma I. yüzyılda, Antiochus zamanında bir veba salgını sırasında yapılmıştır.
Söylenceye göre, çok sayıda insanın ölümüne yolaçan veba salgınını önlenmesi için danışılmış, kahinin tavsiyesine uyularak şehri yüksekten gören kayaya yüzü olmayan bir mask oyulmuş ve üzerine ölümleri önleyecek sözler yazılmıştır. " Cehennem Kayıkçısı Hero" ya da " Günahkarlar Hamamı" adıyla da anılan kayalığın yüksekliği 25-30 metredir. Haç Dağı'nın Antakya'yı gören yüzünde hala ihtişamla kente bakmaktadır.
ALINTIDIR